SULTAN II.
MURAD'IN VEFATI VE SAHSIYETI
Sultan II. Murad, genç
evlileri Manisa'ya ugurladiktan kisa bir müddet sonra 1 Muharrem 855 (3 Subat 1451)
günü kusluk vakti vefat etti. Kaynaklarin çogu, Sultan Murad'in Ölümünü nüzûl
(felç) isabetine, bazilari da soguk alginligindan ileri gelen kisa bir hastaliga
baglarlar. Dukas ve Hammer gibi bazi tarihçiler de asiri yorgunlugun ölümüne sebep
oldugunu bildirliler. Öldügü zaman henüz kirk sekiz yaslarinda idi. Ölüm
hadisesinden hemen sonra cesedi tahnit edilir. Vefat haberi Manisa'daki Sehzade Mehmed'e
bildirilerek derhal gelmesi istenir. Halil Pasa tarafindan gönderilen bu haber üzerine
"Beni seven arkamdan gelsin" diyen Sehzade Mehmed, sür'atli bir sekilde
Edirne'ye gelip babasinin ölümünden 16 gün sonra Osmanli tahtina geçer. Ileride
"Fatih" ünvanini alacak olan genç padisah, babasinin vasiyeti geregi cesedini
Bursa'ya göndererek onu bugün hâlâ "Muradiye" diye bilinen semtteki
türbesine defn ettirir.
Murad Bey, veya halkin dili ile
Koca Murad 1446 Agustos'unda tanzim edip Eylül sonlarinda Halil Pasa, Saruca Pasa, Ishak
Pasa ve kadiasker Mehmed b. Feramürz tarafindan tescil olunan vasiyetnâmesinde nereye ve
ne sekilde gömülecegini, üstüne yapilacak türbenin ne sekilde olacagini ve nihayet
vakfinin sartlarini bildirir. O, asli Arapça olan ve oglu tarafindan uyulan
vasiyetnâmesinde söyle diyordu:
"... Öldügüm zaman beni
Bursa'ya, caminin yakinindaki oglum Alaeddin'in 3-4 arsin yanina gömün. Mezarimin
üstüne büyük hükümdarlar için yapilan muhtesem türbelerden yapmayiniz. Cesedimi
lahde degil, sünnet-i seniyye üzre topraga koyun. Etrafi duvar fakat üstü açik bir
türbe yapiniz. Hafizlarin Kur'an okuyacaklari yerin üzeri kapali, kabrimin üstüne
yagmur yagmasi için oraya tesadüf eden kismin üstü açik olsun. Azad edilmemis olan
kölelerimin tamami ölümümden kirk gün önce azad edilmistir. Etrafima evlad ve
akrabalarimdan kimseyi gömmeyin. Eger Bursa'dan baska bir yerde ölürsem nâsimi oraya
nakl ediniz. Bu nakil, bir persembe günü olsun ki, defin cuma günü
gerçeklessin..."
II. Murad hakkinda gerek Osmanli,
gerekse diger milletlere mensub tarihçilerin ittifaka yakin bir sekilde beyan ettiklerine
göre o, ince ruhlu, hassas, çok âdil, merhametli, sözüne ve vaadlerine sâdik, cesur,
azim ve tedbir sahibi, güler yüzlü, ahdine riayet edenler hakkinda dost, ahdini
bozanlar hakkinda da sedid idi. Hammer'in de ifadesine göre memleketini seref ve
hakkaniyetle idare ederek milletinin hatirasinda mütedeyyin (dindar) lütufkâr, âdil ve
metin bir hükümdar adi birakti. Savasta oldugu gibi barista da sözünün eri idi. Ancak
sözünden dönenlerin korkunç öc alicisi idi.
Sultan II. Murad, ince ruhlu ve
hassas bir kimse idi. Ilmî müsahabeleri sever, ulemayi himaye eder ve onlara tahsisatlar
ayirirdi. Musikî, siir ve edebiyata düskündü. Denebilir ki siir, onunla Osmanli
sarayina girmisti. Suara tezkireleri, onun sairliginden bahs ederlerken onun ilim ve
sanata olan sevgisinden de uzun uzadiya söz ederler. Güldeste-i Riyaz-i Irfan'a göre
bizzat kendi latif tab'i (yaratilisi) siire meyyâl ve nükte söyleyicilerin dildâdesi
olup haftada iki gün âlim ve sairleri divaninda toplayip ilmî mübâheseler ederek ve
sairlerin münazara ve münakasalarini dinleyerek "Ehl-i kemâlin cevheri, ancak
itibar ile parlayip açilir" derdi. Çagdas tarihçi Ibn Tagriberdî, onun sahsiyeti
hakkindaki su ifadeleri ile gerçegi yansitmaya çalisir: "Hükümdarligi uzun
sürmüs, yükselmis, hasmet kazanmis, saadete ermis ve Rûm (Anadolu) hükümdarlarinin
en büyügü olmustur. Cihaddan hiç bir vakit geri kalmamakla beraber eglence ve zevke
düskündü. Allah yolunda tehlikelere bizzat atilir ve bu ugurda yorulmak bilmez, varini
yogunu harcardi. Bütün hayati böyle geçmis denebilir. Bununla beraber halka karsi
âdil olup isleri ile yakindan ilgilenirdi. Ayni zamanda cömert ve iyi huylu idi. Yalniz
su kadar var ki keyfine düskündü. Musikî ehlini severdi. Fakat bir cihad haberi
gelince derhal kalkar her seyi birakirdi."
Ülkesinde kültür ve ilim
hayatini yükseltmek için her fedakârligi göze alabilen Sultan Murad, ilim adami ve
bilginlere karsi son derece cömert davranirdi. Bu sebeple Arabistan, Türkistan ve Kirim
gibi yerlerden pek çok degerli âlim, onun ülkesine gelmisti. Bu da memlekette
kültürün gelismesine ve ilmî ilerlemenin sür'atli bir sekilde olmasina sebep olmustu.
Gerçekten de onun döneminde Arapça ve Farsça'dan bir çok eserin Türkçe'ye tercüme
edildigini, bunun da kültürel gelismeye tesir ettigini biliyoruz. Hatta onun adina
birçok eser telif ve tercüme edilmisti.
Sultan Murad, Edirne, Bursa,
Selânik, Ipsala ve Ergene gibi önemli yerlesim merkezlerinde yaptirdigi hayir ve sosyal
tesisler ile de dikkat çeker. Yaptirdigi muazzam eserler sebebiyle kendisine
"Ebu'l-hayrât" ünvani verilmisti. Onun bu neviden faaliyetlerini gören
devrinin devlet erkâni ile zenginleri de benzer tesisleri kurmakta gecikmediler. Bursa'da
Muradiye Camii, imâret, medrese ve müstemilâti Sultan II. Murad tarafindan
yaptirilmistir. Fakat bu hakan asil dev eserlerini Edirne'de insa ettirmisti. Bunlarin en
mühimleri, Muradiye (1435), Dâru'l-hadis (1435), Yeni Cami (Bugünkü adi ile Üç
Serefeli, 1447) gibi eserlerdir. "Üç Serefeli" denen minare, Türk
minarelerinin en güzellerinden biridir. 1413'te Çelebi Sultan Mehmed'in, Mimar Konyali
Haci Alaeddin'e tamamlattigi Eski Cami'de oldugu gibi Üç Serefeli'de de kisin abdest
musluklarindan sicak su akardi. Sultan Murad, Edirne'yi ihya edercesine kalkindirmis ve
Balkanlarin en büyük sehri haline getirmisti. O, Ergene köprüsünü yaptirmak
suretiyle bölgeyi de yerlesime açmisti. Dogu ile bati arasinda önemli bir geçit
vazifesi gören Ergene köprüsünün yeri, orman ve bataklikti. Bu yüzden burasi,
eskiya, kanun kaçaklari ve hirsizlar için mükemmel bir barinak vazifesi görüyordu.
Sultan Murad, böyle bir yerde köprü yaptirmak suretiyle hem kötülüklerin barinagini
kurutmus oluyor, hem ulasimin kolaylasmasini sagliyor, hem de bölgenin mamur hale
gelmesine yardim ediyordu. Köprünün insasindan sonra burada cami, hamam, imâret ve
pazar gibi halkin ihtiyaçlarina cevap verebilecek sosyal tesisleri kurduktan sonra halki
oraya yerlestirir. O, bununla da kalmaz, gelip oraya yerlesen halki birçok vergiden de
muaf tutar. Âsikpasazâde köprü insaatinin durumunu verdikten sonra söyle der:
"Köprünün iki basini mamur sehir edüp imâret ve Cuma mescidi etti. Hamam ve
pazarlar yapti. Ve ol vakit kim imâretin kapusu açildi. Sultan Murad ulemayi ve fukarayi
kendisi aldi ol imârete vardi. Bir nice gün atâlar etti. Akçalar ve floriler
ülestirdi. Ol taam pistigi vakit kendi mübarek eli ile fukaraya ülestirdi. Ve çiragin
kendi uyardi. Yapan mimarlara hil'atlar giydirdi. Ol sehrin halkini cemi-i avarizdan muaf
ve müsellem etti."
MURAD'IN VEFATI VE SAHSIYETI
Sultan II. Murad, genç
evlileri Manisa'ya ugurladiktan kisa bir müddet sonra 1 Muharrem 855 (3 Subat 1451)
günü kusluk vakti vefat etti. Kaynaklarin çogu, Sultan Murad'in Ölümünü nüzûl
(felç) isabetine, bazilari da soguk alginligindan ileri gelen kisa bir hastaliga
baglarlar. Dukas ve Hammer gibi bazi tarihçiler de asiri yorgunlugun ölümüne sebep
oldugunu bildirliler. Öldügü zaman henüz kirk sekiz yaslarinda idi. Ölüm
hadisesinden hemen sonra cesedi tahnit edilir. Vefat haberi Manisa'daki Sehzade Mehmed'e
bildirilerek derhal gelmesi istenir. Halil Pasa tarafindan gönderilen bu haber üzerine
"Beni seven arkamdan gelsin" diyen Sehzade Mehmed, sür'atli bir sekilde
Edirne'ye gelip babasinin ölümünden 16 gün sonra Osmanli tahtina geçer. Ileride
"Fatih" ünvanini alacak olan genç padisah, babasinin vasiyeti geregi cesedini
Bursa'ya göndererek onu bugün hâlâ "Muradiye" diye bilinen semtteki
türbesine defn ettirir.
Murad Bey, veya halkin dili ile
Koca Murad 1446 Agustos'unda tanzim edip Eylül sonlarinda Halil Pasa, Saruca Pasa, Ishak
Pasa ve kadiasker Mehmed b. Feramürz tarafindan tescil olunan vasiyetnâmesinde nereye ve
ne sekilde gömülecegini, üstüne yapilacak türbenin ne sekilde olacagini ve nihayet
vakfinin sartlarini bildirir. O, asli Arapça olan ve oglu tarafindan uyulan
vasiyetnâmesinde söyle diyordu:
"... Öldügüm zaman beni
Bursa'ya, caminin yakinindaki oglum Alaeddin'in 3-4 arsin yanina gömün. Mezarimin
üstüne büyük hükümdarlar için yapilan muhtesem türbelerden yapmayiniz. Cesedimi
lahde degil, sünnet-i seniyye üzre topraga koyun. Etrafi duvar fakat üstü açik bir
türbe yapiniz. Hafizlarin Kur'an okuyacaklari yerin üzeri kapali, kabrimin üstüne
yagmur yagmasi için oraya tesadüf eden kismin üstü açik olsun. Azad edilmemis olan
kölelerimin tamami ölümümden kirk gün önce azad edilmistir. Etrafima evlad ve
akrabalarimdan kimseyi gömmeyin. Eger Bursa'dan baska bir yerde ölürsem nâsimi oraya
nakl ediniz. Bu nakil, bir persembe günü olsun ki, defin cuma günü
gerçeklessin..."
II. Murad hakkinda gerek Osmanli,
gerekse diger milletlere mensub tarihçilerin ittifaka yakin bir sekilde beyan ettiklerine
göre o, ince ruhlu, hassas, çok âdil, merhametli, sözüne ve vaadlerine sâdik, cesur,
azim ve tedbir sahibi, güler yüzlü, ahdine riayet edenler hakkinda dost, ahdini
bozanlar hakkinda da sedid idi. Hammer'in de ifadesine göre memleketini seref ve
hakkaniyetle idare ederek milletinin hatirasinda mütedeyyin (dindar) lütufkâr, âdil ve
metin bir hükümdar adi birakti. Savasta oldugu gibi barista da sözünün eri idi. Ancak
sözünden dönenlerin korkunç öc alicisi idi.
Sultan II. Murad, ince ruhlu ve
hassas bir kimse idi. Ilmî müsahabeleri sever, ulemayi himaye eder ve onlara tahsisatlar
ayirirdi. Musikî, siir ve edebiyata düskündü. Denebilir ki siir, onunla Osmanli
sarayina girmisti. Suara tezkireleri, onun sairliginden bahs ederlerken onun ilim ve
sanata olan sevgisinden de uzun uzadiya söz ederler. Güldeste-i Riyaz-i Irfan'a göre
bizzat kendi latif tab'i (yaratilisi) siire meyyâl ve nükte söyleyicilerin dildâdesi
olup haftada iki gün âlim ve sairleri divaninda toplayip ilmî mübâheseler ederek ve
sairlerin münazara ve münakasalarini dinleyerek "Ehl-i kemâlin cevheri, ancak
itibar ile parlayip açilir" derdi. Çagdas tarihçi Ibn Tagriberdî, onun sahsiyeti
hakkindaki su ifadeleri ile gerçegi yansitmaya çalisir: "Hükümdarligi uzun
sürmüs, yükselmis, hasmet kazanmis, saadete ermis ve Rûm (Anadolu) hükümdarlarinin
en büyügü olmustur. Cihaddan hiç bir vakit geri kalmamakla beraber eglence ve zevke
düskündü. Allah yolunda tehlikelere bizzat atilir ve bu ugurda yorulmak bilmez, varini
yogunu harcardi. Bütün hayati böyle geçmis denebilir. Bununla beraber halka karsi
âdil olup isleri ile yakindan ilgilenirdi. Ayni zamanda cömert ve iyi huylu idi. Yalniz
su kadar var ki keyfine düskündü. Musikî ehlini severdi. Fakat bir cihad haberi
gelince derhal kalkar her seyi birakirdi."
Ülkesinde kültür ve ilim
hayatini yükseltmek için her fedakârligi göze alabilen Sultan Murad, ilim adami ve
bilginlere karsi son derece cömert davranirdi. Bu sebeple Arabistan, Türkistan ve Kirim
gibi yerlerden pek çok degerli âlim, onun ülkesine gelmisti. Bu da memlekette
kültürün gelismesine ve ilmî ilerlemenin sür'atli bir sekilde olmasina sebep olmustu.
Gerçekten de onun döneminde Arapça ve Farsça'dan bir çok eserin Türkçe'ye tercüme
edildigini, bunun da kültürel gelismeye tesir ettigini biliyoruz. Hatta onun adina
birçok eser telif ve tercüme edilmisti.
Sultan Murad, Edirne, Bursa,
Selânik, Ipsala ve Ergene gibi önemli yerlesim merkezlerinde yaptirdigi hayir ve sosyal
tesisler ile de dikkat çeker. Yaptirdigi muazzam eserler sebebiyle kendisine
"Ebu'l-hayrât" ünvani verilmisti. Onun bu neviden faaliyetlerini gören
devrinin devlet erkâni ile zenginleri de benzer tesisleri kurmakta gecikmediler. Bursa'da
Muradiye Camii, imâret, medrese ve müstemilâti Sultan II. Murad tarafindan
yaptirilmistir. Fakat bu hakan asil dev eserlerini Edirne'de insa ettirmisti. Bunlarin en
mühimleri, Muradiye (1435), Dâru'l-hadis (1435), Yeni Cami (Bugünkü adi ile Üç
Serefeli, 1447) gibi eserlerdir. "Üç Serefeli" denen minare, Türk
minarelerinin en güzellerinden biridir. 1413'te Çelebi Sultan Mehmed'in, Mimar Konyali
Haci Alaeddin'e tamamlattigi Eski Cami'de oldugu gibi Üç Serefeli'de de kisin abdest
musluklarindan sicak su akardi. Sultan Murad, Edirne'yi ihya edercesine kalkindirmis ve
Balkanlarin en büyük sehri haline getirmisti. O, Ergene köprüsünü yaptirmak
suretiyle bölgeyi de yerlesime açmisti. Dogu ile bati arasinda önemli bir geçit
vazifesi gören Ergene köprüsünün yeri, orman ve bataklikti. Bu yüzden burasi,
eskiya, kanun kaçaklari ve hirsizlar için mükemmel bir barinak vazifesi görüyordu.
Sultan Murad, böyle bir yerde köprü yaptirmak suretiyle hem kötülüklerin barinagini
kurutmus oluyor, hem ulasimin kolaylasmasini sagliyor, hem de bölgenin mamur hale
gelmesine yardim ediyordu. Köprünün insasindan sonra burada cami, hamam, imâret ve
pazar gibi halkin ihtiyaçlarina cevap verebilecek sosyal tesisleri kurduktan sonra halki
oraya yerlestirir. O, bununla da kalmaz, gelip oraya yerlesen halki birçok vergiden de
muaf tutar. Âsikpasazâde köprü insaatinin durumunu verdikten sonra söyle der:
"Köprünün iki basini mamur sehir edüp imâret ve Cuma mescidi etti. Hamam ve
pazarlar yapti. Ve ol vakit kim imâretin kapusu açildi. Sultan Murad ulemayi ve fukarayi
kendisi aldi ol imârete vardi. Bir nice gün atâlar etti. Akçalar ve floriler
ülestirdi. Ol taam pistigi vakit kendi mübarek eli ile fukaraya ülestirdi. Ve çiragin
kendi uyardi. Yapan mimarlara hil'atlar giydirdi. Ol sehrin halkini cemi-i avarizdan muaf
ve müsellem etti."