Kurtarıcılar ve Reçeteler
Onyedinci asır, Osmanlı “gaza devleti”nin Avrupa'yı, yani “Diyâr-ı
Küfr”ü, “Diyar-ı İslâm”a çevirme ideallerinin yavaş yavaş değiştiği ve
artık yer yer aksaklıkların görülmeye başlandığı bir dönemdir. Bilhassa
yöneticiler arasındaki siyasi çekişmeler ve iktidar kavgası, ekonominin
daralması, paranın değer kaybetmesi, rüşvetin yayılması, ehil
olmayanların rütbe kazanması ve bürokratların iktidardan pay kapmak için
askerleri isyana sürüklemeleri, ülkeyi içinden çıkılmaz badirelere
sürükler. Ortam öylesine güvensizleşmiştir ki, padişahlar devlet
işlerini emanet edecek ehil insanlar bulamazlar. Diğer taraftan devşirme
ve dönme bürokratlar kendi çıkarlarını halkın isteklerinden üstün
tutmaya başlamıştır. Öyle bir an gelir ki, II. Mahmud, halkla el ele
vererek kendi ordusu olan Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırma durumunda
kalır.
Kâtip Çelebi’den bir yüz yıl sonra Osmanlı Ülkesi’nde toplumsal
hastalıklar da gizlenemeyecek ölçüde artar. Ve başlayan çözülmeyle
birlikte “kurtarıcılar” da zuhur eder. Askerî, idarî, ticarî ve siyasî
alanlarda kötü gidişi durdurmak için “reçete”ler hazırlanmaya başlanır.
Bu
dönemde, Osmanlı bürokrasisi Avrupa'ya bir başka gözle bakmaya
başlamıştır. “Lale Devri” batılılaşma hareketlerinin dönüm noktasıdır.
Padişah Üçüncü Selim'in açtığı çığır, İkinci Mahmud ve Abdülmecid ile
hız kazanır. Ama bu çığır, ciddi çelişki ve tutarsızlıkları olan, bu
haliyle memleketi nereye götüreceği meçhul bir çığırdır. Avrupa'yı örnek
alanlar, iddialarının aksine, bilim ve teknik alanında değil, kültür ve
siyasette, eğlence ve sefahatta taklitten öte gidememektedir. Avrupa'ya
okumaya gönderilen öğrenciler, sömürgelerden zulümle elde edilen
servetler sayesinde zenginleşmiş kentleri görünce komplekse kapılırlar.
Kendi ülkelerinin içerisinde bulunduğu problemlerin gerçek sebeplerine
inmeden, cazibesine kapıldıkları “gardrop Avrupacılığı”nı ülkelerine
taşımaya kalkışırlar. Bürokrasiden kılık-kıyafete, eğitimden eğlenceye
bir dizi reformlar yapılır. Artık Osmanlı’nın simgesi sarığın yerini
fes, şalvarın yerini setre pantolon alır. Fransız mürebbiyeler tutulur,
alafranga hayat tarzı Osmanlı konaklarına girer. Tercüme furyası başlar.
Mekteplerde, basın dünyası ve edebiyatta Fransız modası ağır basmaktadır.